internet ve sema
internet semaları adlı blogda dedikodunun kırkı kırk para.
“üryan kelimelerdir ruhumuzu avutan”
Cuma Duymaz
Avunma Mevsimi
Mayıs Yayınları, 2005, 69,S.
Maziden kalma marazi bir anahtarla şiirin tunç kapısını açmaya çabalayan ve bu yönelişle şiirin aslında bir çeşit marazilik olduğunu önceden kabullenen genç ve şair Duymaz’ın ilk kitabı Avunma Mevsimi, geçmişten gelen seslerle buluşma hevesinde. Tek tek şiirler bir yana, kitabın tamamı okunduğunda bu yönelişin yalnızca heveste kalmadığı, şairin bütünlük arama yoluna da sağlam taşlar döşediği fark ediliyor. 80′ler şiirinin zayıfladığı yerlerin birinden yepyeni bir şair çıkıyor sanki “hem şikâr/ hem aşikâr mıyız kalbim/ yenildik mi”, “darası düşse/ ne kalır insandan geriye”, “bahçeler de çeler mi aklımızı” dizeleri ve bunlara benzer başkaları şiirlerin ve kitabın bütünlüğü içerisinde yeniden okunduğunda, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Yalnız şunu da hemen belirtmeli ki, böylesi ses ve söz oyunlarında çok ısrar edildiğinde, oradan çıkarılacak yeni ve taze bir ses “yenilikçi” olma iddiasını kaybeder. Kitapta böylesi zorlama ifadeler de var. Sözgelimi, cinaslı manileri çağrıştıran “günah eyle âdemoğlu/ her gün ah eyle”, “yeniden yola çık kalbim/ yol açık nasılsa” vb gibi ifadeler böyle değerlendirilebilir. Bunlar üzerinde özellikle durmamın nedeni, Duymaz’ın bu ilk kitabında tavrını sesten veya sese dayalı bir sözden yana koyduğunun belirgin işaretlerini görmüş olmamdır. Avunma Mevsimi geleneğin belli bir çizgisinin izini süren bir kitap. Bölüm başlarında yapılan alıntılara bakıldığında bu çizginin kimliği hakkında karar vermek zor olmuyor. “Atlas” bölümünde Necatigil’in Şeyh Galib’den dönüştürerek söylediği “Ateş denizlerinde mumdan kayıklarla/ Sağlam mı tekneler aşkları geçmeye/ Güç” dizelerinin ve böiüm sonunda da Asaf Halet Çelebi’nin “Büyük köse vur/ bütün sesler bir seste kayboldu mansûr” dizelerinin alıntılanması önemli ipuçları. Gerçi kitabın sonunda Duymaz, içerisinde Rimbaud’dan Hilmi Yavuz’a, Turgut Uyar’dan Vural Bahadır Bayrıl’a, Edip Cansever’den Baudela-ire’e… uzanan epeyce ayrıntılı bir okuma listesi veriyor ama -Asaf Halet’ten yaptığı alıntıya yaslanarak söyleyecek olursam-saydığı isimlerin, bütün seslerin bir seste, kendi sesinde kaybolmasını amaçlıyor. Duymaz’ın biçimsel ve işitsel örneklemelere boğmadığı, insani duyuşunu ve poetik düzenini kalbiyle, sesiyle derinleştirdiği yerlerde kendi sesini daha gür bir biçimde duyurma yolunu tuttuğunu söylemeye hiç gerek yok. Bu o kadar böyle ki, kolaycı alışkanlıkların kırıldığı, başkalarınınkilerle birlikte düşünülmeye gerek duyulmayacak benliksel davranışının belirginleştiği sayfalarda şiirin parıltıları daha bir farklı görülüyor. Bir yerde “hiçbir tanrıya uygun olmadığımı anladım/ herkes kendi tanrısını tanımlayınca”, bir başka yerde “ben şimdi/ kendi gemisine alınmamış bir nuh’um” veya “yaşamak yarım kalmış bir intihar belki de…” diyebiliyor. Bunları söyleyebilen birinin şairliğinden kuşku duyulmaz. Duymaz şiire giden bir şair olduğu kadar, şiirin kendisine geldiğinin de farkında olan bir duruş gösteriyor kimi şiirlerde. Avunma Mevsimi “sarf edilen kadim kelimeler” le yazılmış gibi görünüyorsa da, şair hemen ardından bu kelimelerin “kâğıtlarda tutsak” olduğunu beyan ediyor. Bu beyanda şairin genç kalbinin taşkın çarpışlarının, sayfalara tutsak kalan sözcüklere sığmayışının, yanlış değil ama yalnız adreslere taşınmasının yönlendirmesi olabilir. Bu saptamada yanılmıyorsak, böylesi bir yönlendirme şairi şiire götürdüğü gibi şiiri şaire getirecektir. Arkaik göründüğü yerlerde bile şiirsel coşkuyu derinlemesine duyan/duyuran Duymaz “vakitsiz ayrıldığımız o mevsim midir çocukluğumuz” diyerek avunma mevsiminden geriye dönüp asıl mevsimin izdüşümlerini araştırıyor. Buluyor da! Asıl şiir de orada zaten.
Baki Ayhan T. (Virgül, Şubat 2006 sayı.92)